Kasım 23, 2010

Öğretmeniiim canım benim, canım benim ...


Hangi öğretmenin öğretmenler gününü kutlayacağız yarın ? Kadrolu'nun mu, Sözleşmeli'nin mi, Ücretli'nin mi, Vekil'in mi, Başöğretmen'in mi, Uzman öğretmenin mi, yoksa atanmak için sürünen yüz binlerce Aday öğretmenin mi ?

Onlarca farklı sıfatla öğretmenlik mesleğini çeşitlendirenleri kınıyor, kendini gelecek nesilleri umutla yetiştirmeye adamış tüm öğretmenlerimin bu güzel gününü kutluyorum...

Ve bir 24 Kasım'da daha atanamamış olmanın hüznünü yaşıyorum.

BİTTİ !

Kasım 08, 2010

Ekim, Kasım, Aralık of içim dışım kapkaranlık ...

Ekim:
Yine zorlu geçen bir ay yaşadım. İptal edilen sınavın yenisine hazırlandım durdum. Hızlandırılmış kursa gidip, günde üç dört tane deneme çözme peşinde geçen bir ayın sonunda sınava girip deyim yerindeyse tek nefeste kurtuldum. Neyse bunu da atlattım diyecek kadar iyi geçti sınavım. Şimdi artık sonuçlara bakalım :) Bu hafta içinde açıklanacakmış diyorlar, umarım öyle olur da biz de önümüze bakarız.
Tüm bu sınav gailesi dışında ailemizde mutlulukla karşılanan bir de olay yaşadık. Tek bekar dayım da evlenme kararı aldı, ve de dünya evine girmek adına ilk adımlarını atmaya hazırlanıyor. Bu bayram sadece bayram olarak değil, kız isteme töreni ve nişan hazırlıkları gibi mutlu telaşlarla da renkleneceğe benziyor.

Kasım:
Ekim ayı ne kadar zorlu geçtiyse, Kasım ayı da o kadar boş geçti benim için. Sınav bitince kelimenin tam anlamıyla boşluğa düştüm diyebilirim. Öncelikle salonun her yerine yaydığım kitaplarımı testlerimi toplayıp kaldırdım. Sonra işe yaramazları attım bir güzel ve her yeri pırıl pırıl temizledim. Çok titiz olmama rağmen vaktim az diye koskoca salonu sınıf misali kullandım, yerlerde çözülmüş tortop test kağıtları, silgi pislikleri falan vardı, o kadar yani :)
Uzun zamandır izlemeyi planladığım dizilerim birikmişti. En az iki sezon 'Lie to me' ve baya birikmiş ' Mad Men' bölümleri vardı ki , izlemem günlerimi aldı.
Bunun dışında en az iki üç kere çarşı pazar Mersin Forum falan gezmem gerekti tabi ki. Nişan için elbise falan bakmam lazımdı şimdi. Neyse ki aradığımı buldum da kurtuldum artık. Bu haftamı da evimde keyif yaparak , geç saatlere kadar uyuyarak, Facebook'ta Twitter'da turlayarak geçirme kararı aldım. Bakalım bayram haftasında neler neler olacak ???

BİTTİ !

Eylül 25, 2010

Her şey sil baştan !

Aslında güzel bir yaz geçiriyordum. Dokuz aydır emek emek çalıştığım sınavım iyi geçmiş, onca aydır çektiğim sıkıntıların yerini nişanımın tatlı telaşı almıştı. Uzun uzun telefon görüşmeleri, bol detaylı planlar, alışverişte geçirilen onca saatler, kuafördü fotoğrafçıydı derken alınan tüm randevular, davet edilen misafirler falan bana aslında aile arasında yapılacak küçük bir kutlamanın bile ne kadar meşakkatli olduğunu iyice öğretmişti. Zaman geçti, nişan günü geldi çattı. Her şey tam da planlandığı gibi yaşandı. Ufak tefek gecikmeler olsa da o güzel anların ve anıların bozulmaması adına görmezden gelindi, yokmuş sayıldı. Artık başı bağlı bir kız oldun esprileri bile sıkmıyordu beni. Birlikteyken her şey çok güzeldi. Nişanlanınca daha iyi oldu.

İşte tam da huzuru buldum, bundan sonra artık atanırım, hayatımı daha da düzene sokarım derken birden kpss'de kopya iddiaları ortaya çıktı. Benim de 2010 yazına dair yaşayacağım tüm güzel anların sonu gelmiş oldu. Önce sanal ortamda daha sonra görsel ve yazılı basında saman alevi gibi hızla yayılan kopya iddiaları, savcının da araya girmesiyle iyice ciddiyet kazandı ve ben işte o zaman geleceğimden şüphe etmeye başladım. Hele sınav iptal olacak, onlarca öğretmenin emekleri çöpe gidecek sözlerini duyunca içim daha da burkuluyordu. Yine de her şeyi görmezden gelerek tercihlerimi yaptım ve atama gününü beklemeye başladım. Ülkemin bayrağının dalgalandığı her yerde çalışmaya razıydım ama atama gününden bir gece önce atamaları durdurdular, bir hafta sonrasında da sınavımızı iptal ederek atanmama yeten ve hakkımla aldığım puanımı hiç ettiler.

Sınav iptal edileli on gün oluyor. Bulunduğum şehirdeki hemen hemen tüm kpss kursları bu iptalden kar payı çıkarmak amacıyla hemen hızlandırılmış eğitim bilimleri kursu açtılar. Aslında ben kendim çalışarak da hallederim bu sınavı derken, arkadaşlarımla birlikte çalışmak ve sorularımı soracağım bir uzman gruba dahil olmak amacıyla bu kurslardan birine tekrar yazıldım. Dünkü açıklamaya göre yeni sınava kadar yaklaşık kırk günüm var. Yine çalışırım, soru çözerim, deneme sınavlarına girerim bu o kadar da üzmüyor beni ama, asıl gücüme giden ben dahil hakkıyla puan alan binlerce öğretmenin emeğinin yok sayılmasıdır. Kopya çekilmeden önce alınacak güvenlik önlemlerinin yerini, yüzlerce bin liralık harcamalar aldı, ve planları ve umutları ve hayalleri suya düşen insanlar yok yere yıpratıldı.

Tüm bu yaşananlardan sonra acaba kaç kişi benim gibi sil baştan yapıyor
acaba ?
Hayat ne ironik ...

BİTTİ!

Temmuz 25, 2010

Nişan arifesinde ...

Artık blog yazılarıma ''uzun zamandır yoktum, doğru düzgün fırsat bulamıyorum, aslında çok üzülüyorum, sınav bitsin hep yazıcam '' şeklinde başlamaktan bıktım. Bu yüzden epeydir yaşadıklarımı anlatan uzun bir yazıyla dönmeye karar verdim.

Sınav bitti ! Güzel de geçti. Bu sene atanmaya dair daha ümitli bir mood içindeyim. En güzel şey bu tabi, ancak hayatımda sınavdan da önemli değişiklikler olmak üzere. Hem de bu hafta sonu uzun zamandır hayatımın baş köşesine oturttuğum sevgilimle nişanlanıyorummm !!!

Çok heyecanlı, çok yorucu, stresli mi stresli, ancak insanın içini sıcacık ve kıpır kıpır yapan bir mutluluk havası esiyor etrafımda. Başından beri küçük, sade bir tören istemiştik. Her şeyi buna göre planladık. Benim evimde gerçekleşecek, aile arasında bir tören olacak. Bu yüzden bu haftam hep kıyafet seçerek, ona uygun ayakkabı ve takı arayarak geçti. Dün özellikle nişanımda giyeceğim kıyafeti seçerken, Adana'nın insanı doğduğuna pişman eden deli yaz sıcağında, neden Şubat tatilini beklemedik ki diye diye dolandım durdum. Bir mağazadan diğerine uça uça girdik çıktık. Kıyafetlerin çoğu birbirini andırıyor, ve bana pek seçme şansı bırakmıyordu. Benim beğendiklerimin ya bedeni olmadı ya da bir yerlerinde potlar vardı ki bunlar da benim şahin bakışlarımdan hiç mi hiç kaçmadı. Artık yorgunluktan ve sıcaktan bunalmış bir haldeyken girdiğimiz son mağazada aradığımızı bulduk. Beyaz ve saks mavisi ağırlıklı, etekleri menekşe bahçesini andıran şifon bir elbise ve üstü parlak pullarla kaplı saks mavisi bir ayakkabıda ortak karara varabildik sonunda. Yüzükler de tamam. Artık sabırla o günün gelmesini bekleyeceğiz ve ufak tefek detayları halledeceğiz.

Aslında düşüncede her şey kolay gibi görünse de, aile arasındaki ufak bir tören bile bu kadar yorucu ve detaylı olabiliyor. Bu sebeple düğünümü düşününce, ne kadar meşakkatli bir işe girişeceğimi anlıyorum.

Tüm bunların dışında, bu yaz tatilinden hiçbir şey anlamadığımı ifade etmeliyim. Sınav bittiğinden beri evimizde daima misafirler vardı. İyi ki de varlardı çünkü onlarla gezmek tozmak kafamı dağıtmama yardımcı oldu. Bir de kardeşimle yazıldığımız spor salonu macerası var ki tam komedi. Kilo vermekten ziyade vücudu zinde tutmak ve sıkılaşmak amacıyla gittiğimiz salonda, Elif adlı spor hocamız tam manasıyla işkence ediyor bize. Platformdaki hareketler ve aletli çalışmaların zorluğunu bizi manipüle ede ede hafifletmeye çalışsa da, karın kaslarımın en fazla ağrıdığı anlarda 'Vicdansııızzz' diye diye, içimden haykırıyorum hocama. Ama sonucunda her şey güzellik için olunca, acılar da hafifliyor, sızılar da.

İşte uzun zamandır yazmıyordum, şimdi tam spill out durumuna düştüm. Ama olsun, çok rahatladım ve gerçekten özlemişim yazmayı.

Nişandan sonra görüşücez tekrar.

Wish me luck !

BİTTİ ...

Mayıs 31, 2010

çooookkk tembelim...

Biliyorum çok tembellik ettim, kendi haline bıraktım blogumu ama yakında daha güzel yazılarla dönücem.


Umarımmm ... :D


Nisan 08, 2010

Ağlamak İstiyorum ...

Evet. Ağlamak istiyorum. Daha önce 'Sevgili Sevgilim' başlıklı yazımda ondan birazcık bahsetmiştim. Çok çalışan, sağlığına fazlaca dikkat etmeyen, azcık huysuz ama tatlı mı tatlı sevgilimden. Hafta içi yoğun çalışma temposuna rağmen iki üç saatte bir arayıp karnım tok mu, dersim var mı, mutlu muyum diye beni yoklayan sevgilimle altı gündür günde sadece bir defa ve ortalama iki dakika telefonla görüşebiliyoruz. Çünkü tamı tamına altı gün önce sevgilim Tayland'a gitti.
Aslında bu açık açık bir iş seyahati. Yani keyfi olarak seçilmemiş bir programa dahil oldu sevgilim ama yine de taa oralara gitmek zorunda kalmasından nefret ettim. Neden olacak Tayland işte ! Daha ne olsun !
Açıklayayım...
Coğrafya derslerini kravatını bile kıpırdatmadan anlatma yeteneğine sahip bir coğrafyacımız vardı lisede. Kulakları çınlasın konusunda uzmandı hocamız. Ama derin eğitsel eksiklikleri vardı bence. Her neyse. Bu sebeple özellikle ülkeler coğrafyasında berbat bir bilgi dağarcığım var. Sevgilim bana iş seyahati için Tayland'a gideceğini söylediğinde, gözümde Tayland'ın dünya haritasındaki yerini bile canlandıramadım. Aradan baya bir zaman geçti. Gündelik koşuşturmacalar, benim sınavlarım kurslarım derken bu gezi işini unuttum gitti. Ancak geçen hafta gelip de sevgilim ben iki gün sonra yola çıkıyorum deyince içimde bir panik yeli esmeye başladı ve soluğu nette aldım. Tayland-Bangkok-Pattaya üçgeninde bir seyahat programı olduğunu öğrenince, biraz araştırma yapmamın iyi olacağını düşündüm ve ilk işim bu ülkenin dünya haritasındaki yerini bulmak oldu.
Aman tanrım !
Bir de baktım çok uzak. Zaten yolculuk yaklaşık on saat sürüyormuş. Üstelik aktarma olmadan direkt İstanbul'dan gerçekleşti uçuşu. Ülkeyi tam olarak haritada bulduktan sonra, kafamda genel bir profil çizebilmek amacıyla foto galerilerine girdim. Muhteşem deniz, masmavi sahiller, uçsuz bucaksız kumsallar gerçekten çok çekici görünüyordu. Ancak ilerleyen sayfalar benim için pek de iç açıcı olmadı. Zaten yirmi dört saat uyumayan şehir tanımlaması kafamda bazı şeyler oluşturmuştu ama fotoğraflar tam olarak aydınlattı beni.
Sokaklar, satıcılarla dolu sokaklar, bizim sosyete pazarlarını andıran cıvıl cıvıl rengarenk sokaklar yarı çıplak kadınlarla doluydu. Yani tüm fotoğraflarda seyyar fahişeler kaynıyordu vesselam. Ahh dedim içimden. Bu da ne böyleee ;( Son derece unhygienic görüntüler vardı ve ben bu durumdan epey rahatsız oldum. Bunun yanı sıra tüm ülke Tai masajıyla ün salmış onu öğrendim. Bizim yere uzanan insanın üstüne çıkıp sırtını katır kutur ezerek yaptığımız ilkel masajın daha sağlıklı ve de teknik figürlerle bezenmiş halini gördüm Tai masajında. Gitmeden önce yaptığım tek şey sevgilime özellikle hijyenik bir ortamda bu masajdan yaptırması, temiz olmayan hiçbir şeyi yememesi ve ilişkimizin sınırlarını zorlamadan ve benim tepemin tasını attırmadan güzel güzel eğlenmesini tembihlemek oldu.[ Baya tutucu ve geleneksel bir yapıda olduğumu söylemiş miydim daha önce ? :D ] Neyse ki çok uzaklara gitmesine rağmen iletişimimizi kaybetmedik. Wirofon sağolsun pek yardımcı oldu bu konuda. Oradan aldıkları telefon hattı da işe yaramadı değil. İki ülke arasındaki zaman farkı yaklaşık beş saat olunca, ya gecenin ya da sabahın bir kör saatine denk geldi konuşmalarımız, orası da ayrı mevzu tabi ki :P
Şükürler olsun ki şu anda dönüyor. Yaklaşık sekiz saattir uçakta. Gelince bana gördüğü Mercan adasını, fillerin ve timsahların şovlarını, orada yaz mevsimi olduğu için denize girip şortla gezdiğini ve daha bir çok şeyi ballandıra ballandıra anlatacağından eminim. Bu gezi hikayesi gündemimizi epey bir meşgul edeceğe benziyor. Olsun varsın. Yeter ki gelsin de ben de bu terkedilmiş köpek yavrusu duygularımdan sıyrılıp, rüyalarıma kadar giren çekik gözlü mini mini kadınlardan ve parıl parıl parlayan som altın buda heykellerinden kurtulayım biran önce :P
BİTTİ ...

Mart 20, 2010

Yolda giderken ayağım takıldı yere düştüm. Yerde bir harita buldum. Ne haritasıydı ... ?

Uzun zamandır ihmal ettim blogumu. Aslında bu duruma çok üzülüyorum. Yani Facebook'ta Farmville'e harcadığım vakti, blogumu şenlendirerek geçirmek daha kıymetli benim için, ama diyet gibi birşeymiş blog yazarlığı. Tam ve kararlı bir başlangıç yapmadan devamı gelmiyor. Her pazartesi diyete başlayan hanımlar gibi, salı günü su böreğini görünce dönüveriyorsun niyetinden işte. Defalarca ''yeni kayıt'' yapıp yapıp sildim. Neden yayınlamadım onu da bilmiyorum ya neyse.

Fasa fiso şeyleri boşvereyim de sadede geleyim. Şimdi konu başlığını okuyup da nedir bu harita meselesi diyeceksiniz. Aslında bir hiç. Harita falan yok. Zaten yolda giderken de düşmedim ben. Bu başlık içimdeki kocaman metafordan başka birşey değil. Son zamanlarda gazetelerde, dergilerde, internette,sayısız blogda bir sürü özgün yazı okuyorum. Haberleri takip ediyorum. Özellikle nette gezen haberler hep görsel ögelerle desteklenmiş. Haberi ya da yazıyı okumaya niyetlenen insanlar öncelikle resimden etkileniyor. Herkesin dikkati çekecek uygun konu başlıkları olmadığını farkettim. Zaten yazıların da çoğunun içi boş. Defalarca aynı haberleri yayınlayan sitelerden bıktım. Sadece bir ürünü tanıtmak için açılmış bloglardan da. Ya da hayatından kesitler sunup sunup birden herşeyden elini eteğini çeken blog yazarlarından. Kimse beni okumuyor, takip etmiyor diye düşünüyorlar sanırım. Olsun ya. Varsın kimse okumasın. Sen içindekileri dök. Yaratıcılığının ufkunu genişlet, sınırlarını zorla mesela. Kimsenin bilmediğini anlat,ya da herkesin bildiğini kendince yorumla. Dünyanın bir yerinde seni okuyan biri var mı diye kasma mesela. Eğer herkes bu blog yazarları gibi düşünseydi ne olurdu acaba ?

BİTTİ ...

Şubat 23, 2010

off ki ne offf ...

off ki ne offf ...

şimdi başlayacaklar yine , neden küçük harfle yazıyosun, neden imla kurallarını bozuyosun falan diye... napiim napiim konuşma dilinde yazmak çok işime geliyo, araya imla kurallarını da sıkıştırınca keyfim kaçıyo, düzen manyağı olup çıkıyorum. buraya ünlem mi gelmeli yoksa üç nokta mı yapsam, noktalı virgül koyup devam mı etsem... tam aklıma bomba bi cümle geliyo, virgüldü noktaydı derken keyfim kaçıyo, benim gümbür gümbür cümlem sönüyo puff diye :D

herneyse,

son zamanlarda durmadan twitterda millet 140 karakterle nasıl edebiyat parçalamış ona takıldım. yahu elinde topu topu 140 karaktercik var. nası etsem de ıkınıp sıkınıp ben o 140 karakteri atasözünden bozma vecizemle doldursam diye uğraşıyo. bazıları _evet hak yemiycem_ çok sıkı laflar döşemiş, ama çoğu anlaşılmaz bıdı bıdılardan ibaret.
bazıları ki şöyle göstereyim :

1) İlla bir cenaze töreninde olmam gerekiyorsa tabuttaki olmayı tercih ederim.

2) Ayak seviciliğini bile anlarım da ırk seviciliğini hiç anlayamam. Bir insan hiç tanımadığı o kadar çok insanı nasıl sever ?

3) Küfür yemekten korktuğumuz için başarılı olmuyoruz. Kim "vay ipnenin evladı süper yapmışsın" diye Türk usülü takdir cümlesi duymak ister ki?

4) Çinliler “kağıdı bulduk, kitap yaparız” diye sevinirken bizimkiler kesin “yaşasın, masanın ayağı sallanmayacak artık” diye sevinmiştir.

ya o kadar çok var ki dün akşam oku gül oku gül, yarıldım vallahi.
neyse derdim buydu...
_çok popüler kültürvari oldu bu yazım yahu _

BİTTİ...

Şubat 17, 2010

Kürkçü Dükkanım

Epey zamandır uğramıyordum bloguma. Daha doğrusu arada açıp bakıp blogdaşlarım neler karalamış, nasıl döktürmüşler bakıyor, okuyor, kendi blogum da böyle yalnız kaldı diye içlenip kapatıyordum. Önce bir tema ayarlaması yaptık kardeşimle. Şöyle havası değişsin, nefes alsın yeniden blogum dedim. Bu sebeple artık haftalık yazılarıma geri dönmeye karar verdim.

Çok ama çok yorgun bir dönemden geçiyorum. Kpss ye çalışmak o kadar uzun ve de yorucu bir serüven ki, bazen insan yaşadığı o koşuşturmacanın içinde ne kadar çok şey kaybettiğini anlayamıyor. Eğer hergün gözümü açar açmaz gazete okumak gibi bir alışkanlığım da olmasa dünyada neler olup bitiyor hiç haberim olmazdı. Güzel ve yalnız ülkemin güzide gazetelerini doya doya karıştırırken, aslında blogda yorumlayıp yeni bir bakış açısıyla tekrar yaratabileceğim öyle çok malzemem oluyor ki... Her seferinde bunu bloga yazmalıyım ne kadar da ilginç diye not alıyorum ama ... Nafile...

Her neyse ...
Bu haftadan itibaren biriktirdiğim malzelemeleri harmanlayıp yazmaya başlayacağım.
Bekleyin... :D

BİTTİ ...

Ocak 17, 2010

Tek kelimeyle : Muhteşemdi !!!

Daha gösterime girdiği ilk günden itibaren gitmek için can attığım, ancak etütten ve çalışmalarımdan bir türlü fırsat bulup da gidemediğim meşhur filmi nihayet izlemiş bulunuyorum. Bunca zamandır sözü edilen, eleştirilen, övülen ve de yerilen bu film benim tarafımdan ancak şu şekilde etiketlenebilir : 'MUHTEŞEM' .

Yer : Pandora
Tarih 2154

Bir gaz devinin yörüngesinde dönen Pandora'da yaşayan Na'vi halkı, incecik, sırım gibi bedenleri, üç metreye uzanan boyları, geceleri ışıl ışıl parlayan masmavi tenleri ve tıpkı anne karnında her bebeğin sahip olduğu kordonu andıran gizemli uzun saçlarıyla herkesi büyüledi. Aslında kimseye bulaşmayan Na'vilerin başına ne geldiyse, yaşadıkları yer Pandora yüzünden geldi. Çünkü Pandora dünyada çok değerli olan bir madenin tam üzerine kurulmuştu. Bu sebeple dünyadan kopup gelen bilim insanları ve asker tayfası tarafından sürekli rahatsız edilen bu halk çok zehirli okları ile onları topraklarından uzaklaştırmaya çalışıyordu.

Anlat anlat bitmez bu filmi hikayesinden ziyade faklılıkları ile ele almakta fayda var. Filmde kullanılan teknoloji beni baya dehşete düşürdü. Filmi 3D sinema tekniği ile yaratmalarının dışında, Na'viler için bir linguist tarafından oluşturulmuş özel bir dil bile mevcuttu. Koca koca 3D gözlükleri ile izlediğimiz filmin tek bir sahnesini dahi atlamamak için gözlerimi dört açtım. Neler gördüm neler...

Yüzen dağlar, çığlık çığlığa uçan ejderhadan bozma İKRANlar, bu ikranları kovalayıp duran alev rengi çılgın TORUKlar, kutsan doğa anne EYWA, binlerce Na'vi nin barındığı devasa ağaç ev, ışıltılı ruh ağacı ve onun minik deniz anası yavrularını hatırlatan bembeyaz tohumları, ölenler için yaptıkları, ilkel kabile insanlarını çağrıştıran büyülü dua dansı ..




Anlatmakla bitmeyecek bir hikaye yaratmışlar kısacası. Üç saat kadar süren filmi bir solukta izledim. Hikayede yer alan ilkel Na'vi halkına inat son teknoloji teçhisatı ile Pandora'ya saldıran insanlar, bana ilkelliğin ve teknolojinin çatışmasını andırdı. Salvador Dali'nin resimleri kadar sürrealist olan film insanların hayal güçlerinin sınırlarını nasıl zorladığını ortaya koymuş.

İlkelliğin en yalın hali ile teknolojinin vardığı son noktanın buluştuğu bu filmi herkesin özellikle de bilim kurgu severlerin izlemesini şiddetle tavsiye ederim. Şimdiden iyi seyirler.

BİTTİ...

Ocak 11, 2010

Hayat çok boşş ...

Herşey çook sıkıcı ...

Chopin dinleye dinleye bu hale mi geldim ben yaa ...

Uçuyorum kaç gecedir onunla...

Rüyamda piyanonun üstünde yatıyorum bazı geceler ...

Acaba rap dinlesem kendimi subwayde bereyle kafa üstü dans ederken mi görürüm ???

Ne dersiniz ?

BİTTİ ...